belki

senin aynadan gördüğünü ben "dıvardan" görürüm. Oğuz Atay- Babama Mektup

23 Ağustos 2017 Çarşamba

SİNEK


Daha önce nereye, nerelere temas ettiğini bilmediğim ince-bükümlü birkaç bacağıyla birlikte, vücudumun her noktasına iniş yapmaya kalktığında aynı işlemi tekdüzelikle tahminime göre binlerce kez yapması gereken; buna alışık olmadığını iddia edemem, zira gecenin muhtelif vakitlerinde sayısı binleri bulmasa bile on’lu sayılarda seyrediyordur konup kalkması; ve her seferinde vücut ölçüleri beden boyutumla kıyaslandığında aradaki mesafenin ,devede kulak, tarzı atasözü-deyimlerden örnek alabileceğim tanımlarla “kılavuzu karga olanın burnu boktan çıkmazmış” –al sana bir atasözü daha- gibi midemi bulandıran davranışı sergileyeceğini düşündüğüm küçücük burnunu, benim burun diye varsaydığım iğnesini kol-bacak-kafa-ayak-el uzuvlarımdan kendi arazisiymişçesine istediği gibi daldırıp çıkararak, iğrenç-rezil-şişik-ve-kırmızı-ve-insanı-uykusundan-edecek-kadar-çok-kaşındıran ve saat kaç olursa olsun uyuma kararlılığını tersyüz ederek kendisini yok ettirmeden uyutmama yemini ettien sivrisineği, hem uykulu olduğu için hem de gecenin bir yarısı aniden açılan ışığa alışmaya çalışan kısık gözlerle, duvar desenlerinin arasına veya bir rafa veyahut masaya belki koltuk hiç olmazsa gardıroba; ezcümle ne olursa olsun saklandığı delikten çıkartıp öldürmek üzere, henüz yeni yeni kendine gelen gözlerimi görebildiğim her alanda gezdiriyordum...
Tıpkı rüyamda;
Annemin “Öldür!” sayıklamalarını duyar duymaz ebeveyn odasına meyledip, çocukluğumdan kalma anne ve babayı yekvücut görme manzarasının tekrarıyla karşılaşma korkusuyla; kapıyı açar açmaz dışarı fırlayan bir sineğin yarattığı ürperti nedeniyle aniden kapıya uyguladığım itme kuvvetinin duvara toslatmasının akabinde çıkan gürültüden rahatsız olan ebevenylerimin sese sadece yataklarında dönerek tepki verişlerini izleyip, önceki kaygımdan sıyrılmanın mutluluğu ve kapının tamamen açılışıyla duyulan vızıltıdan bir ordunun annemin ve babanın vücuduna hücum edişlerinden sonra annemin gayriihtiyari rüyasında ve rüyasına farkında olmadığı gerçeklik dünyasına uygun “öldür!” emrini yerine getirmek için, çift kişilik geniş yatak takımı, ebeveynlerin ayrı ayrı kıyafetlerini yerleştirdiği geniş giysi dolabı, makyaj masası, başuçlarında duran iki etajer ve ebeveyn banyosuna uzanan koridorun yer aldığı odaya, onları uyandırmamak üzere parmak uçlarında ağır ağır gir...dim.
Odanın ışığını açmamla annemin “kapat!” emrinin gelişi arasında saniye bile sayamadım. “iyi de anne karanlıkta öldüremem” dedim belli belirsiz, kendim üzerinden anneme.
Annemi uyandıramazdım, uyansaydı bile gecenin bir vakti bu yaşımda annemlerin odasına annemin “öldür!” sesini duyduğum için girdiğimi açıklayamadım.
Bu arada annemden sinek veya sineklerin saldırıya geçtiği anlamını çıkardığım öldür’me emri yinelendi, kulağımın dibindeki vızıldamaya tepki vermek üzere elimle rüzgar çıkardığım anda. Bana da saldırılaryordu-lar sinekler; babadan ses gelmediği anda tekrarlanıyordu emirler “ölüm” “ölüm” diye.
“Karanlıkta nasıl onları öldürebilirim anne” dedim bu kez doğrudan ona, cevap vermedi ben de ışık kaynağı olarak odama gidip elime bir fener geçirip döndüm olay mahaline. Feneri açtım ve her şey artık daha netti: geçiş yatakta anne ve babamın ayrı köşelerde konuşlandığı, babamın sırt üstü annemin yüzüstü yattığı, saçlarının yüzünü kapattığı gibi yaz sıcağında laf olsun diye örtülen pikenin vücudunu kapatamadığı önceki koşulumdan daha belirgindi.
Fenerimi yataktan çektim hızla, utanarak odanın kalan kısmına; odanın geri alanında ilgimi çekecek gereçleri taradım bir hırsız edasıyla; hangi eve girmesi gerektiğini bilen, ev sakinlerini yakından tanıyan bir hırsız gibi hır..sız misali hırr...ıldamaya başladım sarıldıklarında uyku içinde bile öpüp kokladıklarında birbirlerini ve ben fenerin sönük aydınlığında makyaj masasını incelerken “öldür!” tekmiliyle ürperdim; tahmin etmediği ev sahibiyle uyanık karşılaşan hırsızın benzeri davranışımla, bu odadaki tanıma en uygun varlığımın hırsız olduğunu anladım.
Fakat annem benden katil olmamı bekliyordu. “Öldür!” tekrarlamaları rahatsız edici tekerlemelere dönüşüyordu; kelimeleri telaffuz edemeyiş beceriksiliğime başka yeteneksizlik eklenmesine müsamaha göstermeyip işe koyuldum, yapabildiğimi kanıtlayabilme yolunda bütün odağımı annemi rahatsız eden sinekleri yok edebilmeye harcamaya başladım, en azından bu gecelik; zira hırsızlar her gece aynı eve girmezler.
İki  elimin birbirine temasından doğan sesler, odaya ilk girdiğimde kapının yarattığı etkinin benzerine sebep oldu; “Ama bu koşullarda nasıl öldürebilirim” diyerek veryansın ettim.
Kendi odamda yaptığım gibi tüm eşyaları taradım ancak  odamda yaptığım gibi onları kondukları yerde öldüremedim, zaten annemin vücuduna kendi vücuduma vurduğum gibi vuramazdım, buna olanak yoktu; ancak olduğum yerde durarak onların annemin kanını emmesine göz yumamazdım; üfledim uzaktan veya elimi kolumu salladım çaresizce, buna rağmen amacıma ulaştım, beceriksizliğimi hatırlatan “öldür!” emirleri azaldı azaldı ve neredeyse hiç duyulmadı; sinekler ne duvarlarda ne perdelerde ne tavanda ne makyaj masasında duraklayabildi, kapalı yer aramak zorunda kaldılar kendilerine dinlenebilmek için, sinek de olsa durup soluklanması gerekiyordu, onların benim sahip olduğum gibi bir motivasyonu yoktu, sokup içiyorlardı kanları, doyup kalkıyorlardı; ama bu gece olmazdı, bu gece bu odanın hükümdarı onlar değildi, devreye ben girmiştim ve kanlarını dökmek üzere ant içmiştim; kimin kanını, annemin mi, annemi emmediler odaya girdiğimden beri; o halde kansız mı kalıp ölecekler bu gece avuçlarımın içinde?
Kaynağa yöneldim, babamın kapağı açık gardırobunun kapağını sallayıp demir atan birkaç sivrisineği tekrar denizlere çıkardım, boğulmak üzere oldukları denizlere...
Karanlıkta çok narin, oldukça naif tanımlanabilecek hareketlerle ekledim bir avucumu diğerinin üzerine, odadaki tek gürültü babamın kolunu kaşımasının eşliğinde elimde küçük bir bölümü annemin emirlerine boyadım.
Vızıldama son buldu sadece bir tanesi için şimdilik, dolap kapağının üstünde bir yenisini “bir-zamanlar-o-da-bir-vızıltıydı”ya çevirdim başparmağımın ucunda.
Ancak eksilmek sinekleri korkutmuyordu, aksine daha çok saldırganlaştırıyordu, vızıltı-lar artı-laryordı, vızıltı-lar kelimelerleşiyordu, vızıltılar konuşularyordı, seslerleşiyordi, cümlelerleşiyordu-du-du-durum kontrolümden çıkıyordu; sinekler-babanın-dolabının-içinden hücum edi-laryordı her biri ayrı ayrı “kurtaramazsın anneni elimden” “kanı emilecek annenin” “annen ben-biz-im”leşiyorlardı... vızıltılar, vızıltılaşmaktan çıkı-laryordı, yeni sesler ürü-leryordu. Anne ben-im... Anne be-nim..
Hayır! diye haykırdım, dolabın kapağını  da açıp rastgele vurmaya başladım seslerin geldği yere, vızıltılaşmaktan öteye geçmişlerdi bir kere.
Bir elimde, bir yerine beş-on darbede yere sereceğim sinekler ölü-lerleşiyordu, dolabın derinliklerinde ceket-gömlek-pantolonların gizlerinde ağlar-laşıyordu başka çok bacaklılar fırlıyorlardı, örümcekler eziliyordu elimde, kocaman bacakları serçe parmağımın bir bölümünü kaplıyordu; ben hala hunharca dolabın içine kapaklarına, her yerine sert sert vuruyordum ellerimde ve ayaklarımı devreye sokarak. Kırkayaklar fırlıyordu dolabın zemininden; yürüyüşleri, ayak devinimleri içimi gıdıklıyordu, her ayak hayatımın bir bölümünü eziyormuş gibi irkiliyordum.
Banyoya kaçı-laryordu ayaklar, ayaklara sahip vü-larcut; her ayak darbemde eksile eksile banyo kapısına ısrarla koşu-laryordu-ken, son kertede ölüm darbesi geldi son adım attığım, ayağımın küçük-küçücük parmağının ucundan; annemin “Ne yaptın sen!” çığlığına ellerim- ayaklarım kana bulalı “Öldürdüm!” karşılığını verirken; uyandım.
O rüyayı her hatırlayışımda rahatlıyorum; her rahatlama isteğinde onu hatırladığım için, zihnimde ilk belirmesi çocukluk döneminin ortalarına denk düşmesine rağmen sanki şimdi uykudan kalkmış da uykumda bu rüyayı görmüşüm gibi her detayını tüm canlılığıyla anımsayabiliyorum.
Rüya ile birlikte tüm sınırlamalar ortadan yok oluyor; ses çıkarmama, parmak ucunda yürüme, kendini hırsız olarak görme, odanın içinde hassasiyetle hareket etme, annenin genç bedeninin yatakta dönüşü, annenin makyaj masası, annenin öldürme direktifleri, babanın kolunu kaşıması, babanın giysi dolabı, babanın ebeveyn banyosuna giderken giydiği ayağıma o dönemde çok büyük gelen terlik; terliğin ayağıma tam oturmayışı, terliğin ayağıma tam oturmayışından dolayı zor yürümem, terliğin ayağıma oturmayışından dolayı zor yürümem sebebiyle yere düşmem, terliğin ayağıma oturmayışından dolayı zor yürümem sebebiyle yere düşmem, terliğin ayağıma oturmayışın sebebiyle yere düşmem neticesinde annemin beni fark etmesi, annemin beni fark edişinin ardından çığlık atması, annemin çığlığından dolayı poposu bana dönük babanın kıllı popodan babaya dönüşmesi, kıllı popo babanın pikeyle anneyi gizleyip yastıkla önünü zar zor örtmesi, kıllı popo babanın kıllı pipi babaya evrilmesi, kıllı pipi babanın ,hadi ufaklık  yatağa”laması-nı yıllar yılı geçiyorum;
Anne yok oluyor,
Baba önce popo oluyor, popo yok oluyor, yarrağa dönüşüyor, yarrak gibi konuşuyor, yarraklıktan terfi ediyor, baba yarrak kolum kadar görünüyor çocukken; baba kolunu kaşıyor, baba sineğin ısırdığı kolunu yoluyor kaşımaktan, babanın yolduğu kolu emen sineğin kanı dökülüyor parmaklarımdan, ellerime babam bulaşıyor, babam ellerimde ses-larleşiyor, öl-tüdüryor bugün bana.
Ölüm şaaak! diye tüm heybetiyle titretiyor duvarı, aynı el hızlı hareketlerle çekiliyor geri, avucunda yok hiç kan izi, koluna gidiyor hızlı hızlı, ileri geri sürtünüp aşındırıyor yarayı, sinek vızıldayıp arşınlıyor kulağı, el yelpaze olup rüzgarlatıyor havayı, gözler tarıyor duvarı, sinek kamufile kullanıyor taşları,
Sinek vızlıyor, kulak dikkat kesiliyor, ışıklar açılıyor,eller kollar hamle yapıyor, beden giderek yoruluyor, tek sinek olunca zor bulunuyor, sinek durduğu yerde alay ediyor, belki de kıs kıs gülüyor, sabır artık taşıyor, nerede ulan bu sinek diye bağırıyor, anne çığlık atıyoor, anne atıyor çığlık, çığlık atıyor anne, çığlık anne atıyor,
Dürtüyor-öl, tüyordür-öl, yortüdür-öl, öl öne geliyor, sinek vızlamıyor artık ölrüyor sinek, ölreşince saklandığı yer belli ediyor kendini, bedenin dönüyor sineğin olduğu yöne, sinek öldür der gibi kanatlarını çırpıyor; kolum kaşınıyor, yara sahibini arıyor, kolum kanıyor kaşınmaktan, sineğin göbişi kanımla dolu midesi bekliyor havayla temas etmeyi.
Parmaklarımı uzatıyorum, iki parmağımı sineğe bir sinek kadar yaklaştırıyorum, kendi kanımı hissediyorum.
Sineği öldürüyorum, kanımı akıtıyor muyum parmaklarıma,
Kanımı akıtıyo...
...
Akıtı...
...
Akı..aa...

25 Ağustos 2016 Perşembe

BUGÜNLEŞTİRİLEMEYEN


Bir gece ansızın; uzun zamandır kafamda geçirdiğim düşünceleri eyleme dökmeye karar verip, yataktan kalktığım anda –çünkü genellikle, biraz sonra açıklamaya çalışacağım fikirlerimi yatakta yatarken geçiririm aklımdan ve bu düşüncelere kapılıp, bunları gerçekleştirmişim edasıyla, uzun süre hayallerime kapılan bedenimin gömüldüğü ve bedenimin izinin oluştuğu yatakta terleyen götümü, çünkü genellikle sırt üstü düşünürüm tüm bunları, hareket ettirip popomun bütünleşen sağ sol loplarını ayırdığımda, tüm bunların düş olduğunun ayırdına varır ve hayal kurmaya alışkın olmayan beynimi aşırı derecede yormuş olduğumdan, üzerime sirayet eden bıkkınlığın tesiriyle uyuyakalırdım- hala demin laf arasında söz ettiğim yorgunluktan kurtulmak için tuvalete gitmeye karar verdim, ki bu da oldukça tekrarlanan bir harekettir; önce “suratıma bir su vurayım, ayılınca işe koyulurum” derken tuvalete gittiğimde –tuvaleti andığım için, orasıyla ilgili ilk eylem insanın içini boşaltmak düşüncesi olduğu için, aslında gelmese bile birdenbire geldiğini iddia eden –beynim iddia edince ya çükümde ya popomda bir hareketlenme oluyor, çünkü işeme veya sıçma ihtiyaçlarından birini veya her ikisini eylemek üzere oturduğum klozette de–yukarıda da belirttiğim gibi birazdan detayını vermeyi arzu ettiğim düşüncelerimi iç dünyamda tekrarlayıp biraz daha zaman kaybettikten sonra, işesem de sıçsam da bunu klozete oturarak yaptığım için her türlü açıkta bırakmak zorunda olduğum götümü’n hafifçe ürpermeye başlamasıyla yine yukarıda söz ettiğim terleyen popomu ayırınca ayırdına vardığım hayal dünyası-‘ndan kendimi sıyırıp, mecburen kirlenen ellerimi temizlerken “ulan yüzümü de yıkayayım” istenciyle suratıma çarptığım sağ bir sol iki avucun birleşmesiyle biriken su miktarının toplamının, ki su genelde soğuk olur, etkisiyle –“ulan ben zaten buraya elimi yüzümü yıkamaya gelmiştim”- anımsaması sonrası, en başta yapmayı tasarladığım şeyin, bir sanrıya dönüşmesi; ve her ne kadar zaten yapmayı düşündüğüm şeyi yerine getirmiş olsam bile, bunu bile isteye değil–yani şunu yapacağım dediğim anda yapmadığım ve bunu unutup başka şeyleri düşündüğüm esnada yapıp, asıl amacımdan uzaklaşmış olmamdan dolayı, bunu yapanın kendim değil, benim bir mübadilim kabul ediyor-ken, tüm bu saydıklarımı harfi harfine yerine getirdiğim halde –genelde her gün tekrarlanıyor bu-; fakat bir keresinde biraz sonra açıklayacağımı iddia ettiğim şeyi gerçekten yapmaya çok yakın hissetmiştim kendimi...
Bugün de onlardan biriydi.

OLDURULAMAYAN


“Söyleyecek kelimelerimin olmasını çok isterdim” diye düşündü’m- bir zamanlar ben, şimdi düşünemiyor ve söyleyemiyorum hiçbir şey- tıpkı demin çok önceden düşündüğümü ifade ettiğim cümleyi kurduğum zamandaki gibi-; ya hiçbir şey değişmedi hayatımda, fikirlerimde- belki geçmişte aptaldım, şimdi de aptalım; belki hep aptaldım; ben de onu düşünüyordum şu anda; belki de ben her dönem “aynı” düşünceleri yaşıyorum- aptal olduğumdan>> derdi’m bunu çok eskiden de , hatta söyleyecek hiçbir şeyimin olmadığını düşündüğüm anlardan önce de; gerçi şimdi de söyleyecek hiçbir şeyim yok- eskiden hayran olduğum- karşımdaki bu yüz karşısında. Hiçbir şey hissetmiyorum hem de –tekrarlamaktan ne kadar canım sıkılıyor olsa bile- hiçbir şey. Hiçbir şey hissetmemek çok kötü.
Zorluyorum kendimi –ne kadar zorlasam da- nefret bile edemiyorum –nefret etsem hiç olmazsa bir tavrım olurdu- böyle rol yapmak zorunda kalmazdım; “seni gördüğüme çok sevindim” cümlesiyle bitirme zorunluluğum olmazdı konuşmanın sonunda; henüz konuşmamızın ortasında, konuşmamızın sonunu nasıl bitireceğimi düşünmek zorunda kalmazdım –şu an verdiğim cevabın ne olduğunu bilmeyerek rastgele cevap verdiğim için kendime kızmazdım- sahi ne konuşuyoruz ki biz şu anda onunla.
“Neden sustun?”
“Efendim?”
Efendim, derdim her zaman bir şeye daldığımda, eskiden de böyle yapardım ben, şu an hiçbir şey hissetmediğim fakat eskiden çok sevdiğim bu yüz karşısında EeSsKkİiDdEeNn BbÖöYyLlEe YyAaPpAaRrDdIıN(m) dedi, benim adıma, ben aynı cümleyi kendi adıma düşünürken; fakat o dalgınlığımdan yararlanıp- çünkü bilmiyordu içimden ne geçirdiğimi- “DALIP GİDERDİN AYNEN BÖYLE” diye ekledi; evet dalıp giderdim, bunu yüzüme vurmak için mi geldin sen peki şimdi, eskiden nasılsam şimdi de aynı olduğumu hatırlatmak mıydı bütün amacın –eskiden hayran olduğum yüzünün karşısında da şimdi hiçbir his duymadan daldığım gibi daldığımı belirterek beni suçlamak mı niyetin; her zaman benim adıma bir şeyler düşünen sen?>> diye düşünüyordu o zamanlar da. Hala böyle düşünüyor.
Hangi andayım bilmiyorum, nerede ne söylediğime dair hiçbir fikrim yok. Bu zamana kadar söylediklerimi alt alta dizmeye kalktığımda bu işin hayret verici derecede çabuk bitmesine şaşıp kalıyorum; çünkü çoğu cümlelerimin sonu “demiş” ile bitiyordu-bunun için hiçbirini ekleyemiyordum. Ne oldu benim cümlelerim, hepsi nereye gitti; duygularımı betimleyecek, dalıp gitmemi engelleyecek ve en önemlisi de “her zaman böyle yapardın” cümlelerinden kurtarabilecek kelimelerim ne oldu benim? Hepsi uçup gitti “her zamanların” arasında –yersiz yersiz kullanımlarla çarçur edildiler benim tarafımdan; bir zamanlar ben olan –şu an onlar ben değil- onlar ben olsaydı –şu an karşımda duran ve eskiden güzel bulduğum yüzü yine çok güzel bulurdum- diye düşündü- o düşündü ben düşünemezdim –eskiden böyle yapardı şimdi bunu yapan eskinin bir taklidiyim-
“Efendim?”
“Sen burada mısın?”
Ha evet evet buradayım. Gidecek başka yerim yok, dedi son cümleyi içinden.