belki

senin aynadan gördüğünü ben "dıvardan" görürüm. Oğuz Atay- Babama Mektup

19 Ocak 2012 Perşembe

SENİN GERÇEKLEŞMEMESİNİ UMUP GERÇEKLEŞEBİLECEK; BENİM GERÇEKLEŞMESİNİ UMUP GERÇEKLEŞEMEYECEK HAYALİMİZ

Zaten böyle sonuçlanacağını biliyordum. Ama sana çaktırmıyordum. Yanından uzaklaştığımı sanıyordun, halbuki ben seni yine izliyor, yine tasvir edemeyeceğim hayaller kuruyordum. Hop! Birden ayaklandın, kendinden öylesine eminmiş gibi üzerime yürüdün ki, bir an için beni gördün sandım. Yine dalgınsın bebeğim. Ops!... bir an için pot kırdığımı sandım, neyseki yanılmışım cevapsız kalacağını bildiğim için sormayacağım; sen hep hazırlanma aşamasındasın, ama hiçbir zaman hazır olamadın. Bu özelliğini de çok seviyorum biliyor musun? Beni düşünerek geçirdiğin hazırlanma sürecini hiçbir zaman tamamıyla sonlandırmadın. Bu, beni daha da anlamlı kılıyordu. Aslında ilk başlarda başımda durman, yüzümü okşaman, bugünlerde aramızda kötü giden ilişkinin sürecini bana unutturuyordu. Ben, hep geçmişte yaşıyordum, kendimi geçmişte anlamlı kılıyordum. Belki de bu yüzden yerimden  hiç kıpırdamadan, senin beni hayal ettiğin günlerdeki gibi kendimi iyi hissediyordum.
İlk öpücüğü sen vermiştin, unutmuyordum bu yaptığın hareketten dolayı çok utanmıştın. Hatta utancından günlerce yüzüme bakamamıştın. Ama inan bana, beni daha önce öpen hiçbir kızdan bu kadar haz almamıştım. Neyseki sonrasında kendine gelebildin; hatta olgunluğa öylesine eriştin ki, bana belli etmeden, gözlerimin içine bakıp, benimle aynı yatakta olmanın tahayyülüne kapılırdın. Ve yine birkaç gün yüzüme bakamaz, yanımda utanıp sıkılır; bazen utancından yanıma dahi yaklaşmazdın.
Sonra yorulurdun, bana görünmeden odana girer, kapalı gözlerimden ışık parlamayınca odanda olmadığımı zanneder, usulcacık yatağına girerdin. Ne zaman uykuya dalardın, ben de o an rahatlıkla gözlerimi açar, senin uyuyuşuna dalardım.
Bazen uykularında da belirirdim; gözlerini açtığında, tüm gerçekliğimle karşında olacağımı zannedip sevinir, uyku perdelerin geri çekildiğinde ise bir önceki gün olanları anımsayıp başını öne eğerdin. O anlarda öyle bir bakışını yakalardım ki, sadece sende kalmasını isteyip, o günlere kadar başarabildiğin tavırlarını, senin tüm yönlerini tamamıyla gözlerim önüne serer; bu vesileyle de tanımadığım yönlerini öğrenme şansı bana bahşedilirdi.
Yine benden uzaklaşırdın istemeyerekten, kendine yediremeyerekten. Halbuki benden hiçbir şekilde söz çıkmayacağını bilmen gerekirdi. En azından tahmin edebilirdin. Bunu tercih etmek yerine, yaptığın davranışın yanlış hareket olduğunu en iyi biçimde senin bildiğin halde, kendini kandırmayı tercih ederdin. Buna göz yumardın, başkalarına bir şey belli etmemeye çalışırdın; belki  de büyük oranda başarı sağlardın. Ben “saf” göründüğüm için(kendi isteğimle) beni düşünme gereksinimi duymazdın. Fakat  kendine yalan söylemen, bir yönünün seni saptırdığı düşünceye kendi kafanda kanıtlar bulup, bu ibareyi desteklemen, yaptığın en büyük hataydı. Çünkü bu seni pişmanlığa zorlardı. Pişmanlık duyguğun her geçmiş ise canını acıtırdı. Oysaki senin bu yaptığın, anına ettiğin hakaretten başka bir şey değildi. Onun güzelliğine ettiğin hakaret, onun güzelliğini gölgelemişti. Yaşanmış gerçeklikteki kalp çarpıntısını durdurmak, duygularını dondurmak, hislerini parçalamak, parçaladıkça canını yakmaktı.
Bana sormamıştın, sadece kendi kafanda tezahür edebildiğin, beni dahi yönlendirebildiğin tahayülün yerine bana danışsaydın (gerçi şurası doğru, hayallerin de benim söyleyeceklerimi söylüyordu, zihnin beni o şekilde yönlendiriyordu)… ama; sen sadık kalsaydın, tüm bunlara “aptal hayaller” diyerek atmasaydın bir kenara, ilişkimiz doğacaktı, doğmuş olacaktı yarınlarda.
Bazen denmemeliydi, kesinlik gösterilmeliydi, “ kesin olmayacak” diyerek doldurulmuş bir sayfayı yırttığın gibi.
Kötü yazıyla başlayan her sayfanın kaderi çöp tenekesi değildi. Mühim olan, aynı sayıda sayfayla veda etmekti son yaprağa. Arka kapak kapatılınca, katlanmış sayfaların dışında iz kalmamalıydı ön ve arka kapakta. Kaderine terk edilen sayfanın bir parçası belirmemeliydi defterin ortasında. Bakma, ben geçmişle mutlu oluyorum şimdi. Geçmişteki ilgiyi göremiyorum. Duvarlarla birlikte ben de eskiyor; seninle zıt biçimde; artık ben seni fazlasıyla düşlüyorum. Eskiden bugünlerin yani bir zamanlar gelecek olan bugünlerin nasıl geçirileceği hakkında hiçbir fikir sahibi olamıyordum. Çünkü, bana öylesine kıymetle bakıyor, öylesine değer yüklüyordun ki, ilginin azalacağını tahmin edemiyordum. Ailenden, arkadaşlarından beni kıskanıyor, kimsenin bana ilgi göstermesine tahammül edemiyordun. Her şey çok değişti, sen artık çocuk değilsin. Çocukluk aşkın olabilirim ama ben  sana yetişemedim, bir gelişim gösteremedim. Anladım ki kukladan başka bir şey değildim. Belki de bu yüzden senin zihninden başka boyuta çıkamamana hiddet gösterirdim.
Bana şehvetle uzanan ellerin, üzerinde toz bırakmayan, itinayla güzelliğime güzellik katan ellerin, son kez dokundu yüzüme. O da bilinçsizce. Halbuki tevazu göstermiştim ilk aşkın olarak birçok şeye. Lakin, dediğim gibi, ilerleyemedim; son zamanlarda da tahmin edebildim ve çöpteyim. Anlamını yitirmiş kağıt parçaları gibi.

17 Ocak 2012 Salı

DOĞRU; NEYE GÖRE, KİME GÖRE?

Bir adım ötendeydim. Beni görmedin; yanımdan salına salına geçtin. Gözlerin parlaktı, umudu anımsatan bir eda vardı. Ardımda duran ağaca yaslandım, hayallere daldım. Seni yaşayamıyorsam, yaşatma kararı aldım. Gözlerimi kapadım, uykuya dalmak istiyordu bedenim, hiç uyanmak istemiyordu. Sadece hayallerimde var olman, zihnimi, yüksekliği hesaplanamaz uçurumlara sürüklüyordu. Tabi bunun da bir hayal ürünü olması, beni biraz olsun etkilemekle beraber, kendimi iyi de hissettiyordu. 
Bu sen misin? Evet! Ellerini uzat bakim. 
Ellerini sımsıkı tutmama kızmıyordun, aksine gülüyordun. Teklif etmeden hareket etmeyi akıl ettim, ilk iş olarak iki elini de sırasıyla dudağıma yaklaştırıp, parmak bölgelerine birer buse indirdim. Tahmin ettiğimin aksine gülümsedin.
Bana neden bu kadar uzak duruyorsun? Uzak duran ben değilim, sensin. 
Sol elini, sağ elimle birlikte omuz seviyemize kadar çıkardım. Belini kavrayıp kendime yaklaştırdım. Aklımdan geçen raksı tahmin edemediğimden, seninle gönlümce, kendimce dünyanın en güzel, en şehvetli dansına başladım. Gözlerini ayırmıyordun benden, bunun farkına varıyordum, senden başka hiçbir şey göremediğimden.
Bu zamana kadar neredeydin? Ben hep seninleydim.
Dilimiz kıpırdamıyor, lakin bedenimiz çok şey ifade ediyordu. bunu kelimelere dökmek, dünyanın en zor işi gibi geliyordu. Peki dedim, peki ya şimdi, ne olacak. O ifadeyi kullanmak, camda biriken karları yok eden silecek gibi, tüm beyaz sayfamı olduğu gibi yok edivermişti. Bir şans daha, sadece bir tane daha.
Geçirdiğin dakikaları bir daha yaşayamazsın. Ama onu anılarında canlı tutarsın.
Peki dedin, madem öyle, bir şans daha sana. Ama bir daha olmaz bu, aklından çıkarma. 
Sinirlerini hemen geçiştirmiştin, öyle ki, senden en çok istediğim şeyi, ben istemeden yerine getirdin. Başını boynuma gömüp, bana güvendiğini hissettirip, beni daha da kuvvetlendirdin. Öylesine sorumluluk aldım ki kendimce, uğruna dünyaları yakabilirdim. İstesen hem de o an; şaşırdım, istedin... Neredeyse en elit bir kesimde, çöp konteynırını yakıp yolun ortasına itiverdim. Yoo, bunun bir amacı yoktu, lakin seni seviyordum, istediğin her şeyi yerine getirmeye razı oluyordum. Bu amaç, bu aşk, bu düşüncesizlikle, yapmayacağım davranışlarda bulunuyordum. Peki yanlış mı yapıyordum, davranışlarımdaki doğruluk payı neydi. Bunları düşünmekten ziyade sadece ve sadece uyguluyordum.
Aaa hayır! Yanlış neye ve kime göre... Kimilerinin yanlışlarından da banane. 
Pişman oldum söylediklerimden, düşündüklerimden. Ancak şimdi esas doğruya ulaşıyordum, kendi gözlerimden.
Peki neden? 
Gel buraya! Öylesine bir büyü ki, seni yaratayım derken, büyünden kendi kendimi oynatır hale düşüyorum.
Uyandım, peki, dedim kendime, peki neden?
Uyanır uyanmaz seni aradım, gerçeğe ulaşmanın en doğru yol olacağ kanısına vardım. Ben hiç böyle bir tepki beklemiyorken, duygularımın en derininde, üstüne umutsuzluk yığılmış, tek noktadan da olsa umudunu yitirmemiş duygularımı, tozlu odadan çıkarıp aldın. İşte dedim, işte doğru, doğruya en kestirmeden gerçekle yaklaşılıyordu, başkasını bırak, kendi etkine dahi girmeden.

6 Ocak 2012 Cuma

GÜNEŞİN SON DEMLERİ

Birkaç saat evvvelinden ne kadar da farklı
Karanlık elbbette ki güneşin veda etmesiyle gelecek 
Mevsim misali saatler içerisinde seziyorum anları
Kalemi tutmaya mecalim yokken gelip biri buzları eritecek

Nahoş bir ışık vuruyor kağnağı paralel sahil üzerinde duran yapıtlar
Gemiler de aynı işi yapmalarına karşın ayrı bir  kabartıyor denizi
Yaşıyorum batıda güneşin bugünlük son demlerini
Kayboluyor görüntü kirliliğine sebep olan yapraklar

Vucüt ısısnı gitgide daha da kaybediyorum burada durduğum sürece
Zevk vermiyor ki bana geri döndürdü geri dönmeye karar verince
Kim var ki bu mekanda az ötemde duran kişiler dışında
Bağırsam sesim kesilene dek ihtiyaç duyana dek nefes almaya

Gözlerimi tek noktaya bakarak birleştirirken bebeklerimi
Anlıyorum ki her farklının vardır bir benzeri
Şu an görsem de bu yöntemle onun mecazini
Biliyorum var elbet onun da bir eşi

4 Ocak 2012 Çarşamba

Buğulu gözler üzerinde, tıkalı kulağın tıkadığı damarda
Kendine münhasır göz bebekleri, kurguladığı kuruntuları
Kaplamış gökyüzünü sis bulutları
Acıtmış kısık gözlerini aşan doğanın tozları
Yeşil yağmur benekleri, bekleyememiş kendilerine ayrılan süreyi
Körelmiş ışıltıda, görünmez göz bebekleri
Ortada birşey yokken, peşkeş başında vartaları
Süregiden sonsuz saniyede yaşadığı anı
Ağır basmaya başladı göz kapakları
Pembeleşti gözünü acıtan tozları
Köreldi ki kendi hissinde algılamaya başlar etrafı
Yitirir günden güne duygularını
Kulakları dilsiz, bağırsa da anlamaz ondan başkası

30/8/10
Yaşamaya dair ilhamı, verdiğin nefesinde
Derin uykudan uyanır, sesini işittiğinde
Sabahleyin vurur ışığı, suretini gördüğünde
İnancını baştan kazanır, dudağına değdiğinde

03/9/10