belki

senin aynadan gördüğünü ben "dıvardan" görürüm. Oğuz Atay- Babama Mektup

3 Şubat 2014 Pazartesi

BAY A(1.BÖLÜM)


(BAY A HİKAYESİ 2 BÖLÜMDEN OLUŞMAKTADIR)

“Aslında olmuyor azizim.”
“Aslında.. olmuyor azizim.”
“Aslında olmuyor... azizim.”
Olmuyor, olmuyor, olmuyor diyerek olmuştu gidişi Bay A’nın. Duyduğum, kulağımın canlı olarak işittiği son cümleleri bunlar olmuştu. Kulağımın son işittikleriydi; aslında günün herhangi bir anında onu duyuyorum. Onun söyledikleri geliyor aklıma bazı bazı. Bazen de onun ağzından soru soruyor, kendi ağzımdan cevap veriyorum. Nedense kendi sesimi yadırgıyorum. Bu yüzden içimden konuşup, yine içimden dinliyorum, benim zihnimden onun cevaplarını.
Bay A’nın bambaşka bir insan olma özelliği vardı. Bambaşkalarına göre normal gelebilir; fakat benim için normal insanlardan daha başkadır. Bir kere benimle konuşurdu. Ne zaman bir soru soracak olsam, ben sormadan cevap verirdi. Bu yeteneğine hala hayret ediyorum.
Çünkü gidişinin üzerinden uzun süre geçmiş olmasına rağmen Bay A’nın, halen onun gibi birini bulamıyorum. Bunun için çok çabalıyorum; mesela sahilde en yalnız bir oturağa oturup, önümden geçen insanların üzerinde Bay A’nınkine benzer nitelikler arıyorum.
Ama hiçbirinde ne onun bakışını, ne onun saçını başını, ne onun oturuşunu anımsatan tek bir özellik bulamıyorum.
Sanki o bir başka bakıyor, sanki hiçbir rüzgar onun saçlarını uçuşturamaz; sanki kimse onun oturduğu oturağa oturamaz, onun baktığı manzaraya bakamaz. 
Kimsede bu vasıfları bulamayınca Bay A’nın baktığı manzarayı bulmakta karar kıldım. Fakat bu da çok zordu, hatta imkansızdı.
Ama birkaç tane Bay A’nın benzerini bulmuştum: Hemen önlerini kestim- tabi hepsinin farklı zaman dilimlerinde.-
Benim oturduğum banka oturmalarını istedim. Önce rica etmiş olmalıyım, sonra ısrar edip ardından tehdit etmiş  de olabilirim. Büyük çoğunluğu- hatta hemen hemen hepsi- büyük bir gümbürtü ile sona ermişti. Galiba içlerinden biri tam istediğim Bay A’nın özelliklerini bünyesinde barındırıyordu. Hatta ben istemeden doğrudan oturduğum bankta sağ tarafta oturdu. Göz ucuyla süzmeye başladım.
Dirseklerini dizlerine dayadı ve dış yöne açtığı her iki elinin avucuna eşit ağırlıkta olmak üzere çenesini dayayıp başının ağırlığını bıraktı.
İşte bu, tamam. Yeni Bay A’nın diğer yanına geçmeliyim, diye düşünmüştüm; davranışım fiilen dile geldi. Sanırım bu, dalgın yeni Bay A’nın huzurunu kaçırdı, hemen uzaklaştı yanımdan.
Ardından el sallıyorum, Bay A’nın ardından.
Aslında peşine de takılabilirdim. Peşine takılıp, yürüyüşünde, duruşunda, bakışında Bay A’nın özelliklerini arayabilirdim.
Aslındam, aslında olarak kalamadı. Sessiz de düşünemem ben zaten.
Bir müddet takip ettim, yürümeye devam ettim Bay A’nın birkaç metre ardından. Ara sıra durakladı, sağına soluna baktı. Derken koşmaya başladı. aramızdaki o ara, önceki ara kadar kalmasının gerektiğini düşündüğüm için ben de koşma durumuna girmiş bulundum.
Bay A’nın, koşma durumu içinde sadece birkaç adım kalması yüzünden, o birkaç adımı kontrol edemediğim için –koşarken hep kontrolsüz olurum zaten, oraya buraya çarparım- Bay A’nın bedenine olması gerektiğinden daha yakın durdum.
O arkasını dönerken, ben de aramızdaki mesafeyi ayarlamaya çalışıyordum.
“Ne geliyorsun arkamdan be! Sapık mısın?” diye bir nefes duydum, Bay A’nın ağzından çıkıp sese dönüşen bir nefes.
Hayır! Bu, o ses değildi; bu nefes değildi Bay A’nın sesi ve nefesi.
Hiçbir şey söylemedim karşımdaki Bay A’nın olmayan sesine. İçimden de bir karşılık vermedim.
Ellerimle belli belirsiz bir özür ifadesi yaparak zahiri bay A’nın yüzüne karşı, ben sırtımı döndüm.

BAY A (2. BÖLÜM)


Kendi kendime söylenmeye başladım:
“Böyle olmuyor azizim”
Ne? Ne dedim ben biraz önce? “Böyle olmuyor azizim.” Bay A’nın söylediklerine ne kadar yakın oldu bu söylediklerim. Yoksa ben de Bay A’nın yaptığı gibi ortalıktan kaybolacak ve peşimde bir ben arayan bir insan mı bırakacağım?
Neyse ki etrafımda yalnız bırakacağım kimsenin olmadığı aklıma geliyor, rahatlıyorum.
Belki de Bay A’nın ortadan kaybolmadığı zamandan önce ona bu cümleyi kurar ve onun da benim gibi etrafında bana benzer birini bulmasını sağlayabilirdim.
Ama o yapar mıydı ki böyle bir şey? Hatırladığım kadarıyla o zaten yalnız kalmayı tercih ediyordu. Nedenini sorardım. Cevap vermezdi. Sonra ona hak vermiştim. Çünkü “neden”, cevabı verilecek en zor soruydu. Gerçi o hiçbir soruma cevap vermezdi. Konuşmazdı da hiç. Sanki onun yerine sadece ben konuşurdum.
“Her insan bir liman” deyişi beliriyor zihnimde Bay A’nın.
“Ne demek istiyorsun?” diye seslice sormuştum. Yine cevap vermemişti, sadece bakmıştı baktığı yere.
“Yalnızlık çoğunlukla tercih ettiğimiz şey  değil” deyişi canlanıyor zihnimde Bay A’nın sesinden.
“Ne demek istiyorsun?” diye sordum bu sefer Bay A’nın duyabileceği gibi, içimden.
Ama içimden soruşum, Bay A’nın sesine kayar gibi oldu. Güldüğünü hatırlıyorum Bay A’nın.
“Neden gülüyorsun?” diye sordum; gözlerim fal taşı gibi açılmıştı.
“Hep aynı soruları soruyorsun fakat hepsi farklı bir anlama geliyor” diye geldi cevabı Bay A’nın.
“Ne demek istiyorsun?” diyordum tekrar.
Sadece gülümseyişini işitiyorum Bay A’nın. Ellerimi uzatıyorum Bay A’nın olduğu yere doğru. Önümde duruyor Bay A’nın duruşu, oturuşu, bakışı ve zihnimde can bulan sesi.
Karnımda bir çekilme hissediyorum; Bay A’nın tepkisizliği sürüyor birkaç dakikadan beri.
“Bayan çocuğu uzaklaştırın!”
Bay  A’nın, ıssız bir adada tek başına bir oturağın üzerinde oturuşunu izlemeye devam ediyorum. Karnımdaki çekilme devam ediyor.
Bay A’nın yüzeyine dokunuyorum ilk defa. Pütürlü bir yüzeyi var; çok soğuk ve çok canlı.
Bay A’nın ilgisizliği yine devam ediyor; benim dışarıya olan ilgisizliğimin devam edişi gibi.
Ulaşmak üzereyim Bay A’nın yanına, sol elimle uzanmaya çalışıyorum.
“Aziz, uzak dur oğlum!”
Annem, yanında birkaç güvenlik görevlisiyle birlikte yanıma geliyor. Annem beni kucağına alıyor. Güvenlik görevlileri sinirli hareketlerle güvenlik bantlarını olması gereken hizaya getiriyorlar.
İçlerinden biri “Neden böyle yapıyorsun?” diye soruyor, cevap vermiyorum. Öteki yüzüme öyle bir bakıyor ki ürperiyorum. Annemin kucağında Bay A’nın olduğu yere doğru bakıyorum. Bay A’nın ilgisizliği devam ediyor. Bekleyişini sürdürüyor. Yalnızlığını bekliyor orada. Aramızda güvenik görevlilerinin çektiği engeller var; birkaç dakika önce neredeyse aşmış olduğum engeller.
Beriki, gösterme parmağını havaya kaldırıp elini sallayarak:
“Bayan, bu şeridin geçilmesi ve tabloya dokunulması yasaktır!” diyor ve gözlerimin içine sert bir bakış bırakıyor.
İrkiliyorum. Bay A’nın yanına ulaşmam imkansızlaşıyor.
Anneme küsüp “Hani elleyebilecektim anne!” diyerek ağlıyorum.
“Aslında olmuyor Aziz’im” diyor. Tablodaki sırtı dönük ve neredeyse yüzünü göreceğim; artık bu isteğimin gerçekleşmesi mümkün olmayan güzel kadına el sallıyorum; diğer elim biraz önce güvenlik görevlisinin “Bayan!” diye seslendiği annemin avucunda.
“Güle güle Aziz” diyor ardımdan...