belki

senin aynadan gördüğünü ben "dıvardan" görürüm. Oğuz Atay- Babama Mektup

31 Ekim 2014 Cuma

IŞIK KORKUSU


İnansam
Haykırırım
Sesimin ulaştığı yerde sen olursun
Yoksan da ben yaratırım.
Var olsan
Tüm yoklukların arasında
İnanırım.
Tüm yoklukların ışığında
Bir karanlıktır varlığın
Sığındığım
yorgunluğumu attığım
Haykırdığım.
Yoksun,
İnadına her yer karanlık
Işıksızlıkta bile olmayan
Işığın içinden çıkan
Farklı ışıklar gibi;
Sanki gündüz
Öğle sıcağında,
Güneşin kavurduğu bir öğle ortasında
Karanlık kalmaya çalışan odamın
Tepesinde yer alan gece lambasının
Sürekli açık kalmasına
Alışkınım.
Karanlık
Tüm inançlarımı açığa çıkarıyor olsa da
Her gün ışığın mezarlığındayım
Bir gün biteceğine inansam
Haykırırım
O kadar çok bağırırım ki
Hani görünse ya ortalıkta ses dalgaları
Hani karşılıklı oturup konuşsak sürekli
Konuştuğumuzdan dolayı göremesek birbirimizi
Öyle yaparak sonlandırırım ışık taşıyıcısını
Patlatırım
Boş konuşarak bana ulaşmamasını sağlarım.
Boş konuşmak değil mi
Büyük karanlıkların sebebi.

28 Ekim 2014 Salı

ALBÜM 1. KISIM


ÜSTNOT: albüm hikayesi 2 kısma ayrılmıştır

“Zaman hızla akıp gidiyor”
“Bunun farkına daha yeni mi vardın?”
“Efendim?” efendim diyorum; demeye devam ediyorum kendi kendime. Aslında uzu zamandır düşünüyordum. Bakma, düşünmeye devam ediyorum. Nedense düşündüklerimi kimse dinlemiyoru. Ya ben derdimi anlatamıyorum ya da benim dertlerimle ilgilenmiyorlar. Hatta bazen....
gitmiş. Peki. Senin de bir gün bana işin düşer; o zaman konuşuruz.
Kiminle konuşuyorum ki? Bilmiyorum.
Ama benim de anlatmaya çalıştı...
“Biraz sessiz olur musun? Şurada bir eşy konuşuyoruz” dediler. Döndüm. Anladım, dedim; sinirlenmiştim. Ne yanşi insan kendi kendine konuşamaz mı?
“Biraz sessiz olabilir misin kardeşim?” dedi. rahatsız olduysan çık git birade, dedim ben de. Ne yani lattan mı alacaktım.
“Baksana, insanca bir şey söylüyoruz”
sen bana ne demek istiyorsun? Hayvan mıyım lan ben? Gittikçe sinirlendiğimin farkındayım. Fakat ne yapabilirim, elimde değil.
“Hop! Beyler ayıp oluyor, sessiz olun” dedi tanıdık bir ses.
Abi özür dilerim bir anlık dalgınlığıma geldi, diyerek özür diledim ve önüme döndüm.
Biraz sakinleşmek ruhuma iyi geldi. Kimi zaman kendimi yıpratıyor, ısrarla engel olamıyordum yine kendime. Ya kendimi tanıyamıyordum yeterince ya da farklı sorunla yaşıyordum. Bildiğim bir şey, belli aralıklarla bir uyarıya ihtiyaç duyuyorum, ondan sonra kendime gelebiliyor ve düşünmek için zaman yaratabiliyordum. Düşünmeyi, düşünerek düşleştiriyorum. Çoğu zaman ne düşündüğüm üzerine  fikir yürütemiyorum. Çünkü düşündüklerim bir zaruret miydi, önce bunu öğrenmem gerekiyordu.
“Ne yapıyorsun?”
cevap vermedim.
“Hey! sana dedim.”
Önümdeki kitabı kaldırıp,
“Yahu Allah aşkına işin gücün mü yok?”
yani bekliyorum işte, oradan haber bekliyorum Allah’ın izniyle, kısmetse olur yani bu iş.
Önümdeki çaya meylediyorum. Ufak cam bardakta kalan ve soğumasına kısa bir süre kalan çay taneli bardaktan,  içebildiğim kadar sıvı kısmını tükettim. Bir bardak daha söylemek geliyor içimden; fakat yeteri kadar param olmadığı geliyor aklıma. (Bu gelmeler de olumsuzluğa denk geliyor genellikle) kalkayım artık, diyorum.
“Yahu nereye gidiyorsun otursana.”
İşim olmadığı halde, işlerim var yalanını uydurdum. Onlar da pek kalmama istekli olmadıkları için bu yalanmı bozuntuya vermeden kabul ettiler gidişimi. İyi bakalım kolay gelsi işlerinde, diyerek.
İyi abi ben şu çayımın parasını bırakayım, diyerek ayaklandım. Kalkarken elim cebimde, çayın parasını hesaplayarak bozuk para çıkartmaya çalışıyordum.
“Yok kardeşim saçmalama, bizden olsun” dedi.
yok, dedim ben de ; ısrar ederek. Olur mu öyle şey.
Çay parasını bıraktım ve kalktım masadan.
Ne diye hayatımda böyle bir anı varsa. Hadi anıyı bırak, bir daha görüşmediğim insanlarla neden kalıcı somut bir dedilim var. At gitsin.
“Ah!” kolum acıdı.
Yok yahu, bildiğin kendi kolum acıdı.
“Abi ne bileyim, dikkat etmedim işte.”
Ulan futbol ayakkabısıyla sokakta oynanır mı? Dedim ben de.
“İşte bizim zamanımızda öyleydi.”
Futbolcu mu olacaksın sen?
“abi, inşallah”
ne iş, acıyor mu peki?
“Arada bir sızlıyor işte.”
Ne kadar oldu kırılalı?

ALBÜM 2. KISIM


“İki hafta oldu. İki hafta sonra bakacaklar, kemik kaynadıysa alacaklar alçıyı.”
Bugün ne günlerden, dedim. Birden geldi aklıma. Tarihi söyledi. Dur bakayım, diye düşündüm.
“Yok almazlar iki haftaya” dedim.
“Hee? Ne zaman alırlar abi” dedi çocukcağız. Üzülmüştü.
Hayırdır abi, neye canın sıkıldı?
“Bizim arkadaşlarla şey vardı. Tatile gidecektik.
Sizinkilerin haberi var mı?... yok tabi. Öyle olmaz. Haber vermeden gitme. İzin al oğlum, sonra zehir olur tatilim, dedim. Çocuğu bulmuşken öğüt vermek lazım.
“Öyle de, bizimkiler...”
sen yine de izin al. Kırma kalplerini.
“Boşversene abi” dedi.
ver bir kalem bakalım, biz de imzamızı çakalım. Bugün ayın kaçı? Hıı. Haziran!
“Ne Haziran’ı be abi, ağustostayız biz. dedi.
harbi mi? Ulan kafa gitti desene.
Uslu bir çocuktu, sevmiştin: ee saat kaç?
“Saat üç”
ooo, bizim saat bozulmuş.
“Ne yapıyorsun?”
Saatim bozulmuş galiba onu düzeltiyorum.
“Niye böyle bir şey yapıyorsun ki?”           
Saati bilmek için işte. Sen saate bakmasını biliyor musun? Öğreteyim mi sana?
“Hayır, biliyorum ben.”
Saati düzeltirken konuşmaya devam ediyordum. O da oynarken aynısını yapıyordu. Tamam düzelttim, saat üç.
“Saat 3 mü?” dedi telaşla.
Evet, ne oldu ki?
“Annem 3’te gel demişti,” dedi, koştu eve. O giderken, ben de yarım bırktığı oyunu incelemeye başladım. Çok geçmeden geldi.
“Niye yalan söylüyorsun saat 3 değilmiş ki” diye çıkageldi çocuk öfkeyle.
Nasıl değil yahu. Daha demin. Yanımızdan geçen birine sosrdum:
Affedersiniz saat kaç?
Yüzüme ve kıyafetlerimee tuhaf bakışlar atarak 2’yi 10 geçiyor, dedi. ben de ona tuhaf tuhaf bakarak saatimi düzelttim. Çocuk çoktan oyuna dalmıştı.
Ne yapıyorsun, dedim.
“Yol yapıyorum, karıncaların geçmesi için.”
Şimdi sen yapınca buradan mı geçecekler?
“Evet” dedi kesin bir tavırla.
Ooo, sen inşaatçı mı olacaksın?
“O ne?”
işte, seninn gibi böyle iş yaparlar.
“Cık”
Ee neden yapıyorsun o halde?
“Canım istiyor.”
Verecek cevap bulamadım. Soru sorayım dedim en iyisi:
Büyüyünce ne olacaksın?
“Ben büyüyünce... doktor olacağım.”
Aaa ne güzel. Hastaları mı iyileştireceksin?
“Evet”
Hııı, yani çok hastan olacak senin.
“Evet..” Çok geçmeden bitti diye haykırdı.
Aferin sanaa. Hayalleri gözlerinden okunuyordu. Adeta u yaşta benden daha fazla tutunuyordu. Cevaplarındaki kesinlik, hayatta yer edindiğim varlığımdan daha net bir haldeydi.
“Bahçeye gidelim mi?” dedi. tutup elimden evlerinin bahçesine götürdü.
Ooo, bu bahçe eskiden de böyle miydi? Ne kadar canlı.
“Çekiyorum, peynir deyin.”
“Peyniiiiir”
“Peynir”
“Peyn”
“Pey.”
Zaman hızla akıp gidiyor. Bunun farkına daha yeni mi varıyorsun?

26 Ekim 2014 Pazar

BENİ KENDİMDEN KURTAR


Kimseden değil
Ne kendinden
Ne de  benimle kıyaslandığında,
üçüncü şahıs sayılabilecek herkesten
Yani hiç kimseden
Kurtarmana gerek yok beni
Sadece benim, kendimin zehri.
Ne kendinden
Ne de herhangi birinden 
Kurtarmaya çalışma beni
Beni kendimden kurtar.
Dışarıya normal görünüm versem de
Hatta etrafımdakiler sayesinde
Yeşil de görünsem yaz mevsimleri
İnsanlar devam da etse
meyve vereceğimi düşünmeyi
Bırak!
Düşünsünler
Düşünmeyi bilseydik
Yaşamaya zorlar mıydık birbirimizi.
Bu meyveyi yiyeceğim diye
Zorla dikilir miydik ebeveynlerimizin bahçelerine.
Meyve vermeyince de kıyabilir miydik önceden
Evlat sevgisi bahanesiyle
Her gün karşımızda ölen yanlış bitkiye.
Beni bırak,
Ma
Beni kendimden kurtar
Ma!
Verdiğim tek meyveleri;
Yani yuva kuran karıncaları
Yol açan kurtları
Yem olarak yiyebileceklerse,
kurtar.
Öldürme görevi verildiyse sana
Beni kendimden kurtar.